“Winston Churchill – You make a living by getting. You make a life by giving.“
Bir ihtiyaç olarak gönüllülük ve sosyalleşmekten bahsedeceğim. Bana kalırsa bu devrin bir numerolu baş belası: Yalnızlık ve Anlamsızlık. İkisine aynı anda derman olabilen tek gerçek ilaç ise Gönüllülük.
Sinan Canan hoca şöyle anlattı:
“1970’lerden beri yapılan araştırmalar gösteriyor ki, madde bağımlılığının esas nedeni kişinin sağlıklı sosyal ilişkiler kuramaması. İlişkiler geçici ya da günübirlik olunca insanlar almaları gereken tatmini başka yerlerde arıyorlar. Hem madde hem de davranış bağımlılıklarının temel nedeni bu.“
Bir grup eroin bağımlısına standart klinik terapi, diğer gruba ise sosyal çevre yenilemesi ile birlikte terapi uygulanıyor. Yepisyeni bir onaylayıcı network’e dahil olan bağımlı kişiler, sosyalleşmenin getirdiği normalin üzerinde endorfin ve dopamin seviyesi sayesinde hem daha kısa sürede normale dönmüşler hem de 1 sene içerisinde diğer grubun aksine hiç geri vites yapmamışlar. Yani gerçek anlamda sevgi gördüğün, seni her gün hatrında tutan insanlarla çevreni donatmak en kuvvetli uyuşturucudan daha kuvvetli bir mutluluk etkisine sahip!
Dünya’nın en uzun ömürlü insanları: İtalya-Sicilyalılar ve Japonya-Okinawalılar. Bu iki topluluğun ortak özelliği iyi komşuluk imiş. Bu sayede hayata karşı genel bir güven duydukları için stres hormonunu düşük seviyede tutup yıpranmıyorlarmış. Yani birinci faktör ‘sağlıklı sosyallik‘, ikincil faktör hareket ve yeme-içme.
Dunbar sayısı: Anlamlı ilişkiler üst sınırıdır. Bir bireyin dengeli ilişkiler sürdürebileceği azami tanıdık birey sayısı ortalama 150’dir. Yani bir insan ortalama 150 kişi ile gerçekten tanış olabilir ve stabil sosyal bir yapı kurabilir. Bu sayı, beynin korteks tabakasının kalınlığıyla ilişkilidir ve korteks gelişmişliği artıkça sayının da artması beklenmelidir (max 200’e kadar).”
– Antropolog Robert Dunbar
Sosyalleşmeye şimdi başka bir açıdan bakalım. Farkındaysan yukarıda Sağlıklı Sosyallik dedim. Çünkü bir insan ne kadar ‘outgoing’ ise o kadar yalnızlaşabilir. Kulağa garip geliyor ilk başta. Hele bir de şimdilerde sosyal medyanın erişim ağını kaldıraç gibi kullanabiliyoruz. O yüzden ulaşabildiğimiz insan sayısı ve katıldığımız etkinlik oranı arttıkça deniz suyu içmiş oluruz.. Hatta bu durum, az kişi tanıyıp yalnız hissetmekten çok daha burkucu olabilir. Kaldı ki aşırı sosyallik aslında insanın kendisiyle baş başa kalamaması demektir. Nereye dönsen kendine çarpıyorsun gibi.
Bu tarz bir sosyal devinim hali artık bir Davranış Bağımlılığına dönüşmüştür. Üstüne bir de psikoaktif madde kullanımı varsa (sigara-alkol-madde vs.) …üf üff üfff… beyin ablukadadır. Başka deyişle kişi artık ‘özgür’ değildir. Kendisinin tutsağıdır. Bu fasit daire/vicious cycle nasıl kırılır? Şimdiye kadar yaptığının aynısını yaparak değil elbet.
————————- Teneffüs———————
E peki gönüllülüğün ne alakası var bu yukarıda anlattıklarımla? Ne şekilde olursa olsun başka birinin hayatına dokunduğun an kendini değerli hissedersin.. (Kimsenin iltifatına, onayına ve hatta teşekkürüne gerek duymaksızın!). Çünkü hem sen hem karşındaki yapılanın değerli olduğunu bilirsiniz, kelimelere gerek kalmaz. Dolayısıyla sosyalleşmenin en sağlıklı ve yan etkisiz hali başkalarına yardım ederken yapılan paylaşımlardır. Ve bu yardım fiziksel olmak zorunda.
Mesela benim ücretsiz verdiğim eğitimler normalde çok ussal. Fiziksele dökmek için bilgileri gerçek hayatla bağdaştırarak gençlerin hayatına girmeye çalışıyorum. Öyle ki çamaşır suyunun farklı malzemelerle reaksiyon denklemlerini göstermekle hayat bile kurtarabilirim.
Tabi ki her şeyin aşırısı bedel ödettirir. “Çok fazla gönüllü olucam, kendimi daha iyi hissedicem.” diye de bir düz mantık yok. İnsanın kendisine yatırım yapması (inzivaya çekilmesi) gereken bir zaman dilimi de şart. Hep denge meselesi.
Ünlülerden mi olucaz gönüllülerden mi.. Seçim bizim 😉