Evet artık üniversite hayatım bitmişti. Ama benim bilgi açlığım dindirilemiyordu. Yetişkin tabiatım bundan sonra birilerinin beni notlamasına, diploma denilen kağıt parçasında el yazısıyla ismim yazsın diye belli kıstaslara uymama müsade etmiyordu. Filhakika, eğitim kurumları en kısa zamanda en çok şeyin öğretildiği yerlerdi ama benim için uzaya fırlatılan bir shuttle’ın yakıt tankları gibi geride kalmaya mahkumdular.
Bakalım previously on ÖmerFâ Hoca’da neler olmuş:
Fransızca kursu: 27 yaşındaydım. Gündelik hayat çok bayıktı, ikinci dil Almancam artık zihnimden silinmek üzereydi. Yerine ikame etmesi için “daha havalı bir dilim olsun bari” diyerek Fr kursuna yazıldım, qui se situe a Taksim, l’institut Française. [Sonrasında Rusça, Arapça ve Farsça öğrenmek aklımda yoktu.]
a. Ultra profesyonel bir hocamız vardı. “İşte öğretmenlik bu” derdim. Güldürürdü, şaşırtırdı, sıkıcılaştırırdı sonra interaktif sokardı, merak ettirirdi.. Ders bir sahne, o ise mütevazi bir aktördü. Ayrıca ‘öğrencilerden birini yanına çekip üzerine oyna, kitleyi içten fethet’ taktiğini ondan öğrendim.
Farsça kursu: Zeynep Hocamız 18’inde fars literatürüne hayranım diye Tahran’a tek başına giden bir edebiyatçı hanımdı. Böyle insanların varlığını bilmek motive edici. Trend olmayan bir şeye ‘ben öyle seviyorum’ diye tutkuyla bağlananlar çoğalmalı.
Arapça kursu: Tunuslu bi kadın hocamız vardı. BBC’de bile kesinlikle böyle güzel İngilizce konuşmuyorlar. Acayip kıskanmıştım. Arapçası da tabi üst düzey fasihlikteydi. Yetmedi Fransızcası da o biçim. Düzgün konuşmak için özel yaratılmış biriydi. Sultanahmet’te küçük bir kursta ne işi vardı? Çok daha iyisini hakediyordu.
Rusça kursu: Rus edebiyatçısı Mehmet Hocamız çok sebatkardı. Tek bir kelime öğretmek bile onun için önemliydi. Ve kurs bittikten sonra 2 sene boyunca çok düzenli bir şekilde bile Rusça hatırlatıcı meme’ler paylaşmaya devam etti. Bu nasıl bir özveridir?!
Ebru kursu (Hikmet Barutçugil) : Burada hocadan değil de katılımcı Litvanyalı alakam olmayan bi kızdan yana hatıram var. Hatıra da denmez ya neyse. Ebru teknesinin başında boyaları fışkırtıyorduk. Beklenmedik bir anda “Ömer bişiy sorucam” diye kenara çekti. Korktum çünki iki kelime konuşmuşluğumuz yok o ana kadar. (Ters mi baktım acaba?? Yoo, niye bakim ki.. )
+ Türkiye’de bir kızla bir erkek normal arkadaş olup muhabbet edemez mi !? (diye sordu..iyice işkillendim şimdi, ilişki koçumuyum lan ben.)
– Valla gerçekçi bi cevap istiyorsan şekerim; İş harici sıkça bire bir görüştüğün erkekleri kastediyorsan, olabilemez.. İstisna insanlar kaideyi bozmaz . (bunu İngilizce şöyle mi dedim acaba: If you mean boys you see very much in a day, No it isn’t. Rules are not broken with exceptions.) 😀 [….Tabi ki böyle çevirmedim.]
Neyse ki konu benimle ilgili değilmiş, saçma bir durumun arasında kalmış, onu anlamaya çalışıyormuş. Danışman olarak beni seçmiş. Ama bir erkek olarak “Ömeeer! We need to taaalk, I’ll tell you somethiing” tarzı bir cümle duyunca (r’leri ve o’ları ve e’leri Rus şivesiyle oku) insan otomatikman irkiliyor yani. (Daha tanışmadan mı ayrılık konuşması yapıcaz acaba, bu ne hız?)
Yağlı boya kursu: Erol Deneç hocam kadar beyefendi biri hayatımda görmedim. Çok şahsına münhasır çok. Bir erkek bu kadar mı zarif olabilir. Ayrıca başından geçen acayip olayları dinleseniz; bilim milim yalan dersiniz. Bir fen eğitmeni ve -genelde- pozitivist olarak her şeyin izahı olmadığını söyleyebilirim. Ama biz derslerde izahı olanlara yoğunlaşıyoruz elbette 🙂
Sürücü Kursu/Ehliyet sınavı: Yaşım 18. Müfettiş arkada: Ben sağ aynaya bakacakken sola, sola sinyal vericekken sağa, siliceği çalıştırıcakken farları yakmaya, sollama yapacakken yanlışlıkla makas atmaya, dikizi düzeltim derken elimde kalmasına, el frenini çekerken kolçağa çarpıp dirseğimi incitmeye kadar 10 dk içinde 20 kusurlu hareketin hepsini yapınca : “Siz bizi merkezden denetlemeye gelicek gizli müfettiş misiniz? “diye sordu. 😀
RUFA:
a.Summer camp’teki 21 kişilik sınıfın 16’sı Alman sisterlardan oluşuyordu. Kafile halinde yazılmışlar. Benim gibi diğer 5 öğrenci karışık yabancı. Sinyorina Altera sisterların bir örnek davrandığını görünce: “Unity is perfection, divertsity is beyond perfection” sözü aklımda kaldı.
b. Mr. Çinkoçinko diye lakap taktığım süslü bir tasarım hocasıyla akşam çatı katı maçı yaptık. Okulun çatısında kapalı saha vardı. Hiç beklemezdim o adamdan o performansı. (..ki ben iyi top oynarım, bana bile kaç çalım attı ya :/ )
Swiss Franklin Uni: Mrs. De Gruytier sınıfa bir kurbağa (oyuncak), bir C sandoz ve bir sünger getirdi. Sordu ortak özellikleri nedir? Tahmin etmek kolay aslında ama o sırada gelmiyor akla: Su.
“İşte sanat da apayrık olan toplum bireylerini böyle birbirimize bağlıyor. Ben kurbağayım, sen tablet, o da Sünger Bob.” dedi.. [Vay ananasına arkadaş, neredeeeen nereye… ]
Gördüğünüz üzere hep en basit şeyler akılda kalıyor. Bir anlık mutluluk, şaşırmalar, ürkmeler, beklentinin tersi çıkması vs gibi.
O yüzden eğitim dediğin şey öğrendiklerini unuttuktan sonra arda kalandır.